Göç olgusu, her zaman bireyler ve toplum yönünden önemli bir etken olarak görülen ve farklı bölgelerde çeşitli
sebeplerle gerçekleşen bir olgudur. Sosyal, politik, ekonomik ve çevresel etmenler, göç hareketlerine yön veren
temel etkenler arasında yer almaktadır. Özellikle ticaret ve sanayi merkezlerine yönelik göç dalgaları, ulaşım ve
ekonomik imkânların gelişmesiyle ivme kazanmıştır. Ancak farklı milletlerin aynı coğrafyada bir araya gelmesi,
kimi zaman uyum sorunlarına ve sosyal ve kültürel çatışmalara yol açabilmektedir. Bu çalışma, Doğu Türkistanlı
göçmenlerin Suriyeli sığınmacılara yönelik algılarını anlamak amacıyla hazırlanmıştır. Araştırma, İstanbul’un
Zeytinburnu ilçesinde ikamet eden ve en az altı ayını burada geçirmiş 202 Doğu Türkistanlı göçmeni
kapsamaktadır. Çalışmada, demografik bilgi formu ve yarı yapılandırılmış görüşme formu kullanılmıştır.
Demografik bilgi formunda katılımcıların yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, medeni durum, göç öncesindeki meslekleri
ve mevcut iş durumlarına yönelik hususlar yer alırken, Suriyeli sığınmacılara yönelik algıları da 20 sorudan oluşan
görüşme formu aracılığıyla değerlendirilmiştir. Araştırma bulgularına göre, Doğu Türkistanlı göçmenlerin
%87’sinin üniversite ve daha üstü eğitim seviyesine sahip olduğu görülmüştür. Katılımcıların %80’inin 35 yaş altı
olduğu anlaşılmıştır. Türkiye’nin temel problemleri arasında göçmen ve ekonomi meselesini öncelikli gören
katılımcıların göç süreçleri farklı tarih diliminde gerçekleşmiştir. Katılımcıların %49,5’i 2002 yılı öncesinde
Türkiye’ye göç etmişken, %50,5’i 2002 ve sonrasında Türkiye’ye gelmiştir. Araştırmada dikkate değer önemli bir
bulgu ise Doğu Türkistanlı göçmenlerin %90’ının Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri dönmelerini istemeleridir.
Ayrıca, Suriyeli sığınmacıların kültürel entegrasyon sürecinin yeterince tamamlanmadığı hususu, katılımcılar
arasında hâkim bir şekilde dile getirilmiştir. Bu araştırma, göçmenler arası ilişkilerin anlaşılmasına katkı sağlamak
ve Türkiye’de farklı göçmen grupları arasındaki sosyal dinamiklere ışık tutmak maksadıyla hazırlanmıştır.
Bu araştırmanın amacı, COVID-19 Pandemisi sürecinde kabin memurlarının iş tatmin düzeylerinin örgütsel
bağlılıklarını nasıl etkilediğini incelemektir. Araştırmada İlişkisel tarama yöntemi kullanılmıştır. Araştırmanın
evrenini Türkiye’de İstanbul ve Antalya Havalimanları merkezli olarak faaliyet gösteren yerli havayolu
işletmelerinde çalışan kabin memurları oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemini ise kolayda örneklem yönetimi
ile ulaşılan 412 kabin memuru oluşturmaktadır. Araştırmada “Kişisel Bilgi Formu”, “Minnesota İş Tatmin Ölçeği”
ve “Örgütsel Bağlılık Ölçeği” kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre, pandemi sürecinde kabin memurlarının
içsel, dışsal ve iş tatmin düzeyleri yüksek düzeyde belirlenmiştir. Kabin memurlarının duygusal bağlılığı yüksek
düzeyde, devam bağlılığı, normatif bağlılığı ve örgütsel bağlılığı ise orta düzey olarak tespit edilmiştir. Araştırma
sonuçlarına göre, pandemi sürecinde kabin memurlarının içsel, dışsal ve iş tatmini düzeyleri ile duygusal bağlılık,
normatif bağlılık ve örgütsel bağlılık düzeyleri arasında aynı yönlü orta şiddette anlamlı ilişki, devam bağlılığı
düzeyleri arasında ise ters yönlü zayıf bir ilişki tespit edilmiştir. Ayrıca, kabin memurlarının içsel ve dışsal tatmin
düzeylerinin duygusal bağlılıklarını %47,8, dışsal tatmin düzeyinin tek başına bağlılıklarını %2,7 oranında ters
yönlü ve normatif bağlıklarını %28,7 oranında, içsel ve dışsal tatminlerinin ise örgütsel bağlılıklarını %28,7
oranında açıkladığı belirlenmiştir.
2013 yılında kurulan Almanya için Alternatif Partisi(Alternative für Deutschland-AfD) 2008 Ekonomik Krizi,
Avrupa Birliği(AB)’nin ulusal politikalara müdahale etmesi, AB’nin bünyesindeki zayıf ekonomilere yönelik euro
yardımları ve ek olarak Arap Baharı süreci ile başlayan göçmen krizi gibi sorunların konjoktürde yer aldığı bir
dönemde katıldığı seçimlerle beraber kısa zamanda yükseliş yaşamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında
Almanya’da ilk defa aşırı sağ bir partinin bir eyalette zafer elde etmesi ve parlamentoya girmeyi başarması
açısından AfD oldukça dikkat çekmektedir. AfD başlangıçta yürüttüğü liberal politikalardan zamanla uzaklaşarak
göçmen, AB ve İslam karşıtlığına yönelik ağırlık verdiği söylem ve politi20. yüzyılın sonralarına doğru Avrupa
siyasetinde dengeler değişmeye başlamıştır. Avrupa siyasetinde etkili olamayan aşırı sağ partiler son yıllarda
yükselişe geçerek merkez partileri ile birlikte koalisyon hükümetlerine katılmış veya tek başına iktidarı ele almıştır.
Gerek ülke içindeki dinamikler gerekse ülke dışındaki dinamikler ve krizler merkez partilerin oy kaybetmesine
neden olmuştur. Avrupalı seçmenler için ırkçı, milliyetçi, İslam/göç karşıtı ve Avrupa şüpheciliğini destekleyen
popülist aşırı sağ partiler alternatif parti olarak çıkmışlardır. Çalışmada ekonomik, siyasi, güvenlik ve kültürel-göç
gibi etkenlerin Avrupa’daki aşırı sağ partilerin oy oranlarını etkileyip etkilemediği ve gelecekteki oy oranlarının
nasıl olacağı analiz edilmiştir. Bu çalışmanın amacı Avrupa’da sağ partilerin yükselişe geçmesinde etkili olan
dinamikleri ve sağ partilerin geleceğini analiz etmek ve açıklamaktır. Avrupa’da Birliğindeki sağ partilerin
yükselişine yönelik literatürde çok fazla akademik çalışma yapılmıştır. Bu çalışmada Avrupa’daki sağ partilerin
seçimlerdeki oy oranları incelenerek, sağ partilerin yükselişe geçmesine neden olan etmenler analiz edilmiştir.
Çalışmada niceliksel veri analizi yapılmıştır. Aynı zamanda çalışmada literatür taraması yapılarak birincil ve
ikincil kaynaklardan faydalanılmıştır. Bu bağlamda çalışmaya ilişkin olarak kitap, dergi, tez, elektronik
kaynaklardan ve diğer kaynaklardan yararlanılmıştır. İlk olarak popülizm kavramından ve Avrupa’daki aşırı sağ
partilerin gelişim süreçlerinin nasıl olduğu analiz edilmiştir. Daha sonrasında İtalya, Fransa, Almanya, Hollanda
ve Avusturya’daki sağ partilerin yükselişi ve oy oranları incelenmiştir. Avrupa’da sağ partilerin oy oranları
yükselmiştir. Son olarak popülist aşırı sağ partilerin oy kazanması ve güçlenmesine sebep olan etmenler ele
alınmıştır.
Bu çalışmada günümüzde dijitalleşme ile beraber hayatlarımıza giren kripto paraların Türkiye’de yatırım ve ödeme
aracı olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bir kripto para olan Bitcoin, 2009 yılında anonim bir birey veya grup
tarafından "Satoshi Nakamoto" takma adı altında yaratılmıştır. Blok zinciri teknolojisi ve kriptografiyi kullanarak
güvenli ve şeffaf işlemler sunarken geleneksel para sistemlerine kıyasla birçok avantajı da beraberinde
getirmektedir. Merkezi bir otoriteye bağlı olmaması sansüre ve manipülasyona karşı dirençli olduğu anlamına
gelmektedir. Bu durumda yatırım ve ödeme aracı olarak tercih edilebilirliğini arttırmaktadır.
Bu araştırmada da kripto para bir yatırım aracı olarak değerlendirilmiş; enflasyon ve altında yaşanan değişimlerin
kripto para yatırımlarına olan etkisi analiz edilmiştir. Bu doğrultuda enflasyon oranı ve altın getiri oranı ile en
popüler kripto para olan Bitcoin işlem hacmi arasındaki ilişkiler incelenmiştir. Analiz sonuçları, yalnızca
TÜFE’den BTC’ye doğru anlamlı bir nedensellik ilişkisinin var olduğunu, ancak diğer değişkenler arasında
anlamlı bir nedensellik ilişkisinin bulunmadığını göstermiştir. Bu çerçevede, TÜFE’nin bağımsız BTC’nin ise
bağımlı değişken olarak modelde yer aldığı bir regresyon analizi gerçekleştirilmiştir. Analiz sonucuna, TÜFE’nin
BTC üzerinde negatif yönde etkisi görülse de bu etkinin anlamlı olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
2013 yılında kurulan Almanya için Alternatif Partisi(Alternative für Deutschland-AfD) 2008 Ekonomik Krizi,
Avrupa Birliği(AB)’nin ulusal politikalara müdahale etmesi, AB’nin bünyesindeki zayıf ekonomilere yönelik euro
yardımları ve ek olarak Arap Baharı süreci ile başlayan göçmen krizi gibi sorunların konjoktürde yer aldığı bir
dönemde katıldığı seçimlerle beraber kısa zamanda yükseliş yaşamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında
Almanya’da ilk defa aşırı sağ bir partinin bir eyalette zafer elde etmesi ve parlamentoya girmeyi başarması
açısından AfD oldukça dikkat çekmektedir. AfD başlangıçta yürüttüğü liberal politikalardan zamanla uzaklaşarak
göçmen, AB ve İslam karşıtlığına yönelik ağırlık verdiği söylem ve politikalarıyla desteğini arttırmış ve 2024
yılında yapılan seçimlerle beraber Almanya’da ikinci parti konumuna yükselmeyi başarmıştır. Ayrıca AfD
içerisinde yer alan siyasetçilerin Nazi benzeri tutumlar ve söylemler gerçekleştirmesi dikkat çeken bir diğer husus
olmuştur. AfD’nin demokrasi karşıtı olan popülist ve radikal söylemleri ile yükselişe devam etmesi liberal
demokrasiye olan rızanın azaldığı ve insan hakları, çoğulculuk gibi demokratik kavramlara olan bağlılığın eskisi
kadar güçlü olmadığını göstermektedir. Liberal demokrasiye azalan rıza ile aşırı sağ bir parti olan AfD’nin
yükselişi aynı zamanda bir hegemonya krizi anlamına gelmektedir. Bu çalışmanın amacı Almanya’da aşırı sağın
yükselişini Antonio Gramsci’nin hegemonya ve hegemonya krizi kavramları perspektifinde inceleyerek,
Almanya’da AfD’nin yükselmesine neden olan unsurlar ve liberal demokrasinin yaşadığı hegemonya krizinin
nedenleri analiz etmektir.